Background image

terug

Ankara Kale İçi

Ankara Kalesi koca duvarları ardında; konakları, hanları, hamamları, sepetçileri, bakırcıları ve ilginç müzeleri ile başka bir Ankara saklıyor.

Bazı şehirler vardır insanı kendiliğinden büyüleyiverir, İstanbul gibi, Venedik gibi. Herhangi birinin böyle bir şehrin güzelliği hakkında yanılgıya düşmesi neredeyse imkânsızdır. Oysa kimi şehirler kendiliğinden değil, ancak dikkatli bakışlarla yücelirler. Kendini hemen ele vermeyen bir güzelliğin büyüsü vardır onlarda ve Ankara böyle bir şehirdir. Kentin umarsız bakışlara pek de çekici gelmeyen doğası üzerine ilginç anekdotlar bile vardır; şair Yahya Kemal Beyatlı’nın “Ankara’nın en çok, İstanbul’a dönüş yolunu severim” sözü, bu tür bir [id:92394] yansıtır örneğin. İstanbul’dan gelip bu şehre yerleşmiş öğrencilerin dillerinde de, henüz bu şehri keşfetmemişlikten kalan acı sözler dolaşır durur, içinde ‘çorak’, ‘bozkır’ kelimeleri geçen kırıcı ifadeler taşır bu sözler...

Ankara’yı keşfetmekle kastettiğim, bildik müzelerini, çay bahçelerini, örneğin bir dönem dillerde dolaşan Tunalı Hilmi gibi caddelerini bulmak, bu şehri, zihinlere hemen geliveren yönleriyle tanımak değil elbette.

ÇOK RENKLİ VE SESLİ BİR KÖŞE
Ankara Kale İçi’ni bilmeyen yoktur kuşkusuz, hatta burası özellikle de turistlerin gözdesidir. Yerleşim bakımından At Pazarı olarak bilinen mevkide, şehre hâkim bir konumda yer alır. Pek çok han, bedesten, dini yapılar ve eski kale konaklarıyla turistik bir mekandır. Ama Kale İçi, şehir broşürlerine [id:92395] edilmeyecek kadar renkli, ezbere bilgiler döken rehberlerden dinlenmeyecek kadar çok sesli bir köşe, anlaşılmayı bekleyen sır dolu bir kapalı kutu gibidir.

Tarihçi İlber Ortaylı ‘Ankara Kalesi’ başlıklı yazısında bu eski ve küçük şehrin tarihini birkaç cümleyle şöyle özetler: “Galatyalılar’ın başkenti, Roma ordusunun toplandığı bir merkez, Şark’a yürüyen Bizans’ın, Bağdat ve Suriye’ye yürüyen Osmanlı’nın soluklandığı [id:92396] bir nokta.” Aynı yazıda Ortaylı, şehrin Bizans devrinde restore edildiğini de söyler ve devam eder: “Koca Ankara vilayetinin merkezi 25-30 bini ancak bulan nüfusuyla kaledeki konaklardan Hacettepe eteklerine yayıldı. Mütevazı bir eyalet başkentiydi. Mütevazıydı ama renkliydi … Koca konaklarına ve hoş avlulu evlerine pek tutkundular. 1970’lerde eski Ankaralılar apartman hayatına pek gönülsüz geçtiler”. Eski Ankaralılar apartman hayatına geçerken, şehrin artık terk edilen bu kesimi ise yeni ev sahiplerini bulacaktı.

BİR MÜZE MAHALLE
Şimdiki Kale İçi yukarıda çizilen tarihsel arka planın bir sonucu elbette. Bakırcılar, sepetçiler, rehber çocuklar, okuldan dönen çocuklar, el işlerini kapı önlerine seren kadınlar, ilgili entelektüel bakışlar, bu bakışlara karşılık veren Romanlar, Malatyalılar ... Kale İçi’nin dokusu, birden fazla ilginç ayrıntıya [id:92398] aslında. Muhit sakinlerinin eski şaşaalı günlerini kaybeden harikulade kerpiç konaklarını terkettiğinden beridir burası, göç alan bir büyük şehrin sığınma evi âdeta. Büyük konakların sivil müzelere, şık restoranlara dönüştüğü muhitin yeni sakinleri, bu görkemli konakların etrafında kümeleşen eski Ankara evlerine, sırf şehrin merkezinden çok daha ucuz diye yerleşmişler. İlginç olan ise, Ankara üzerine araştırmalarıyla tanınan Özer Ergenç’in ‘16. Yüzyılda Ankara ve Konya’ başlıklı kitabında o zamanlar Kale İçi’ndeki, yani ‘yukarı şehirde’ki evlerin, ‘aşağı şehir’dekilere nazaran daha çok rağbet [id:92399] öne sürüyor olması. Şehrin ileri gelenleri, örneğin Ankara müftüsü gibi muteber kimseler Kale İçi’nde oturmayı tercih ederlermiş o dönemlerde; şimdi ise Kale İçi birbirine karşıt iki kesimi de barındırıyor içinde. Bir tarafta şehirde tutunamayanların evidir Kale İçi, öte yandan yüksek sınıfın entelektüel ihtiyaçlarını karşıladığı bir müze mahalle.

TATLI TUHAFLIKLAR MEKÂNI
Kale İçi’ndeki müzeler, sivil müzelerdir. Çünkü bildik müze tanımlarının ötesinde, restoran-cafe-müze-antika dükkânı [id:92400] mekânlardır bu sivil müzeler. Kınacızade Konağı’nın şu sıralar, ülkenin belki de gelmiş geçmiş en önemli tarihçilerinden birinin, Halil İnalcık’ın söyleşilerine, Yurdusev Arığ gibi bir hanımefendinin Osmanlı kıyafetleri müzesine ev sahipliği yapması, Kale İçi’ne turistik bakıştan öte bir derinlik kazandırıyor.

Üzerindeki kitabeden 1522-23 yıllarında yaptırıldığı anlaşılan dönemin işlek hanlarından Çengelhan da bugün bambaşka bir kimliğe bürünmüş olarak, [id:92401] kalmayı sürdürüyor. Aradaki yüzyılları atlarsak, Rüstem Paşa evkâfından Rahmi Koç evkâfına doğru ilginç bir dönüşüm gözlemlenebilir burada. Çengelhan artık bir teknoloji ve teknolojik maket müzesi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma silah parçaları, lokomotifler, buharlı gemi maketleri, el yapımı kayıklar, Rus denizaltı başlıkları, mermiler, sürat teknesi maketleri ...

AYNI ANDA FARKLI ZAMANLAR
Öyleyse artık üst üste binmiş zamanları Kale İçi’nde yaşadığımızı iddia etmenin tam da sırası. Kınacızade Konağı içinden Osmanlı tarihine yön vermiş Halil İnalcık, elinde kitapları sallana sallana devşirme taşlı kale duvarları önünden iniyor yokuş aşağı; iki sevgili ellerinde defter, kalem not alıyorlar, Ayaş şivesiyle konuşan Bakırcı amcanın ağzından Kale İçi’ne [id:92402] birkaç cümle alabilmek için, belki de şu yazının kaleme alınabilmesi için ... Her şeyin her zamanın aynı anda olabildiği bir yerde, Kale İçi’nde, bu tuhaf saklı ülkede ...